aşadığımız sosyal dünya ve tabii ki içerisinde yer aldığımız iş hayatı bazı temel değişkenlere göre şekilleniyor. Bunlardan en önemlisi ise iletişim faktörü. Öyle ki kim olduğumuz, nerede çalıştığımız, ne kadar başarılı ya da başarısız olmamız, temel özelliklerimizden daha çok iletişim özelliklerimize göre değişiyor. İletişimi yönlendirmek bu kadar önemliyken, hemen hemen hepimizin muzdarip olduğu iki iletişim hastalığını yazmak istedim. Keyifle okumanız dileğiyle..
NİYET OKUMA: Ne Düşündüğünü Biliyorum, O Zaman Al Sana Cevabım!!
Tümel iletişimde her birimiz beden dili, ses tonu ve diğer algı yayıcılardan etkileniriz. Algılarımızın bizi yönlendirdiği şekilde beynimiz bizi korumaya endeksli hareket etmeye programlıdır. Yani gelen tüm algıları birleştirip, bundan karşı tarafın niyetleri, çıkarları ve olası hareketleri için önlem almaya çalışırız. Bunda yanlış ya da hatalı bir şey yok gibi görünüyor. Fakat günümüz dünyası eskisi kadar basit şekilde işlemiyor.
Konuyu biraz daha açıklayalım. Geçmişte karşımızdaki insanın niyetleri ve istekleri genelde çok daha basitti. Mesela eskidenn markete gittiğinizde içerideki bir müşterinin zeytin fiyatını sorması, onun niyetinin zeytin almak ve öncesinde bütçesiyle karşılaştırmak olduğu sonucu çıkardı. Günümüzde ise seçenekler daha fazla: zeytin fiyatlarının araştırmasını yapan bir iktisatçı, piyasaya yeni tip bir zeytin sunmadan önce fiyatını belirlemek için sahada çalışma yapan bir üretici, rakip bakkalın elemanı da aynı davranışı gösterebilir. Bu durumda kuşkucu olmaya da hakkımız var, nasıl olsa daha fazla seçenek daha fazla tedbirli olmak manasına da geliyor.
İşte bu denli karmaşıklaşan günümüz iletişiminde niyet okuma hastalığımız kişilerin amaçlarını ve hareketlerini yanlış yorumlamamıza ve bu nedenle yanlış aksiyon alarak iletişimi sekteye uğratmamıza neden oluyor. Büyük bir mağazada çalıştığınızı düşünün. Size son derece heyecanlı ve gergin bir halde yaklaşıp, elleri cebinde size kasa nerde? diyen kişinin bir soyguncu olduğunu düşünebilirsiniz. Bu durumda koruma refleksiyle ona çelme takarak yere kapaklanmasını sağladığınızda, kahramanca bir harekette bulunduğunuzu sanırken, elinden kayarak düşen "işe başvuru formunu" görebilirsiniz. Böylece iş başvurusu yapmak isteyen heyecanlı bir gence son derece sert bir tepkiyle karşılık vermiş olursunuz. Kim böyle bir şeyin olmasını ister ki?
Bu genlerimize kodlanmış bir hastalık ama çözümsüz değil.
Hastalığa karşı reçeteyi, ikinci bölümden sonra alacaksınız.
KEHANET: Bir Nostradamus Sendromu
Sizler onun hakkında ne düşünürsünüz bilmem ama bence Nostradamus kendi halinde hayalperest şiirler ve yazılar yazan bir entellektüeldi. Kehanet maalesef hiç birimize bahşedilmiş bir nimet değil. Ama gelin görün ki tüm varlığını, varlığımıza armağan etmiş olan beynimiz bizimle aynı fikirde değil. Öyle ki elinde yeterli kanıt olmadan geleceği okuyabildiğini ve bu nedenle tedbirli davranmamızı, hatta köprüleri yakmamızı tavsiye eden bir yapıya sahibiz.
Hafif bir örnekle başlayalım: yöneticinizin farklı fikirlere tahammül edemediğini düşünüyorsunuz. Aklınıza satışları arttırmak için harika bir kampanya geldi. Yöneticinize bu durumu anlatmaktan çekiniyorsunuz. Bu durumda olası sonuçlar;
a- Asla anlatmazsınız. Böylece terfi almanızı sağlayacak süper bir fırsattan faydalanamayacaksınız.
b- Sizi asla dinlemeyeceğini düşündüğünüz yöneticinizin dikkatini çekecek bir harekettense, daha basit hatta lafın arasına sıkıştırılmış şekilde sunacaksınız ve büyük ihtimalle detaylar eksik kaldığından kabul edilmeyecek.
Daha sert bir örnekle devam edelim: Bir toplantıya katılacaksınız. Karşınızda yer alacak kişilerden biri, önceki toplantıda sunumuzdan pek haz almamış gibi davranmış ve bu nedenle çekinceleriniz var. Buraya kadar her şey doğal seyrinde. Fakat o da ne? Beyniniz size toplantıya katılan tüm kişilerin sunumunuzdan memnun kalmayacağı, hatta size ölesiye yüklenerek sizi rezil edeceklerini fısıldamaya başlıyor. Bu durumda gerginliğiniz artıyor ve sunuma başladığınızda bu gerginlikle hatalar yapmaya başlıyorsunuz. Kartopu her bir sunumda büyüyerek çığa dönüşüyor. İşte kehanetler bizleri hiç istemediğimiz bir iletişim felaketine götürebilecek kadar tehlikeli bir hastalıktır.
Peki çözüm ne olacak?
Her iki hastalığın da çözümleri ortak aslında ve oldukça basit. Adımları sırasıyla uygulayın:
1. Sakin olun ve kendinize kısa bir zaman tanıyın.
2. Tahmin ettiğiniz niyetin ya da kehanetin oluşacağına dair kanıtlarınızı düşünün.
3. Kanıtınız varsa bunun yeterli olup olmadığına karar verin.
4. Kanıtınızın yeterli olduğunu düşünseniz de, davranışların tek bir değişkene değil, yüzlerce farklı değişkene bağlı olduğunu ve geleceğin ise asla tahmin edilemez olduğunu kendinize anlatın. Peki ya öyle değilse? Peki ya bu sefer öyle olmazsa? şeklinde sorular sorun.
5. Hala sonuca ulaşamadıysanız, interaktif davranın. Niyetinden emin olduğunuz kişiye sorular sorun,hatta niyetini doğrudan sorun. Gerçekleşeceğinden emin olduğunuz durumu ise, gerçekleşmeyecekmiş gibi yaşayın (ne kaybedersiniz ki?), sonrasında konunun muhatabı olan ya da dışarıdan gözlemleyen kişilere sorun ve teyit alın.
6. Hepsini denediniz ve olmadı mı? O zaman hemen dışarı çıkıp, ilk piyango gişesine kendinizi atarak bilet alın. Çünkü az önce imkansıza yakın ihtimali olan bir olay yaşadınız; beyin okuyabilen ya da geleceği okuyabilen bir yeteneksiniz. Bunu doğru alanda değerlendirmek için piyango en doğru yoldur.
Şansınız bol olsun.
댓글